COVID-19’UN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ VE MÜCBİR SEBEP İLE İLİŞKİSİ
- Tarafların kontrol alanlarının dışında gerçekleşmesi,
- Hukuki ilişkinin kurulduğu tarihte olayın gerçekleşmesinin öngörülemeyecek olması, öngörülse dahi somut etkilerinin bu kadar büyük olacağının tahmin edilemeyecek olması,
- Mücbir sebebe dayanan tarafın tüm önlemleri almasına rağmen olayın, edimin ifasını imkansız hale getirmesinin önlenememesi ve
- Sözleşmede ilgili olayın mücbir sebep kabul edilmeyeceğinin düzenlenmemiş olması.
Mücbir sebep ile oldukça benzerlik gösteren aşırı ifa güçlüğü Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 138. maddesinde düzenlenmiştir. Aşırı ifa güçlüğünden bahsedilebilmesi için şu koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
- Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması,
- Bu durumun borçludan kaynaklanmamış olması,
- Bu durumun, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olması ve
- Borçlunun, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması.
Özet olarak, bu iki hal arasındaki en temel fark *mücbir sebepte borçlunun ediminin ifası imkansızlaşırken, *aşırı ifa güçlüğünde edimin ifası imkansız hale gelmemekte ancak şartların önemli bir şekilde değişmesi sebebiyle oldukça güçleşmektedir.
Sözleşme serbestîsi ilkesi uyarınca taraflar, hangi olayların mücbir sebep teşkil edeceğini sözleşmede belirleyebilirler.
Sözleşmede mücbir sebep maddesine hiç yer verilmediği hallerde, COVID-19 salgını veya bu salgın kapsamında alınan tedbirlerin sözleşmenin ifasını imkansız hale getirdiğinin ispatlanması halinde mücbir sebebin gerçekleştiği kabul edilebilir.
Sözleşmede mücbir sebep maddesi olmakla beraber salgın hastalık, madde kapsamında yer almıyorsa, maddenin mücbir sebep hallerini sınırlayıcı bir şekilde sayıp saymadığı önem arz edecektir. Örneğin sözleşmenin mücbir sebebe ilişkin maddesinde “Taraflarca mücbir sebep hallerinin aşağıdaki durumlarla sınırlı olacağı kararlaştırılmıştır” gibi bir ifadenin bulunması durumunda, salgın hastalık ya da bu sebeple verilebilecek bir idari karar örnekler arasında yer almıyorsa, mücbir sebep iddiası kabul edilmeyebilecektir. Böyle bir durumda Yargıtay, özellikle her durumda basiretli olması beklenen tacirler arasındaki sözleşmelerde mücbir sebep olarak kabul edilmeyen bir olayın gerçekleşmesi halinde, meydana gelen riskin, edimi bu sebeple imkansızlaşan tarafın üzerinde olduğunu kabul etme eğilimindedir.
Mücbir sebep olarak kabul edilebilecek bir olayın meydana gelmesi halinde, söz konusu olayın sürekli mi yoksa geçici ifa imkansızlığına mı yol açtığının tespit edilmesi gerekmektedir. Hastalığın sözleşmedeki edimler bakımından sürekli ifa imkansızlığına yol açtığının kabul edilmesi durumunda TBK’nın 136. ve 137. maddelerinde düzenlenen borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle borcun ifasının tamamen veya kısmen imkansızlaşması hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Bu hükümler uyarınca imkansızlaşan borç (ya da kısmi imkansızlık çerçevesinde borcun bir kısmı) sona erecektir. Buna karşılık borcunu ifa etmekten kurtulan borçlu da karşı taraftan almış olduğu edimi iade etmekle yükümlü olacaktır.
Öte yandan, mevzuatımızda düzenlenmeyip Yargıtay kararları ve doktrin görüşleri uyarınca kabul edilen geçici imkansızlık halinde, sözleşmenin, tarafların o sözleşmeyi yapmadaki amaçları dikkate alınarak belirlenecek makul bir süre (Yargıtay kararlarında belirtildiği şekliyle akde tahammül süresi) ayakta kalacağı ancak edimlerin talep edilmeyeceği savunulmaktadır. Söz konusu akde tahammül süresinin aşılması ve geçici ifa imkansızlığı halinden kaynaklanan belirsizliğin, taraflardan biri için katlanılması kendisinden beklenemeyecek bir hal alması durumunda ise sürekli ifa imkansızlığı hükümleri gereğince sözleşme kendiliğinden sona erecektir.
Yukarıda belirtilen sonuçlar emredici nitelikte olmadığı için taraflar, söz konusu makul sürenin ne olacağını ve mücbir sebebin sonuçlarını sözleşme serbestisi ilkesi gereği düzenleyebilirler. Dolayısıyla mücbir sebep halinin sözleşmedeki edimlerin ifası bakımından sonuçlarının, sözleşme maddeleri dikkatlice incelenerek, somut olay özelinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin sözleşmede mücbir sebep halinde dahi tarafların bu riske farklı oranlarda katlanacağına dair hükümler varsa mücbir sebebin mali sonuçları bu sözleşme maddeleri uyarınca belirlenecektir.
Mücbir sebep halinde tarafların risk paylaşımına ilişkin tek taraflı düzenlemeler getiren ve TBK’nın 20 ve devamı maddeleri uyarınca genel işlem şartı niteliği taşıyan hükümler içeren sözleşmelerde, tek taraf lehine getirilen mücbir sebep hükümlerinin geçersiz olarak değerlendirilebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
İçerisinde mücbir sebep maddesi bulunan sözleşmelerde genelde, mücbir sebep halinin ortaya çıkması durumunda, mücbir sebepten etkilenen tarafın diğer tarafa bunu bildirmesi gerektiğine dair bir hüküm de bulunur. Bu hüküm, alacaklının tedbir almasını sağlamaya yöneliktir. Nitekim TBK’nın 136. maddesinde de borçlunun ifanın imkansızlaştığını karşı tarafa gecikmeksizin bildirmesi ve zararın artmaması için gereken önlemleri alması gerektiği düzenlenmiştir.
Sözleşmelerde mücbir sebebin ortaya çıkması hali için getirilen bekleme süresi, özellikle, mücbir sebebe dayalı olarak geçici ifa imkansızlığı halinin bulunduğu durumlarda, sözleşmenin sona erdirilmeyip askıda kalması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu durumda taraflar, bu süre boyunca edimlerini ifa etmemekte ancak sözleşmeyi de sona erdirmeyip ifa imkansızlığının sona ermesi sonrasında sözleşmesel ilişkilerine kaldığı yerden devam etmek iradesini göstermektedirler.
Yukarıdaki sorularımızın cevaplarında belirttiğimiz üzere, TBK’nın ifa imkansızlığına ilişkin hükümleri emredici olmadığı için taraflar, sözleşmelerinde, bekleme süresini diledikleri uzunlukta belirleyebilirler. Ancak, tabi ki somut olayın özellikleri dikkate alındığında, bu sürenin dürüstlük kuralına aykırı olmaması gerekmektedir. Bununla beraber, örnek olarak bir sözleşmede mücbir sebebin ortaya çıkması halinde, tarafların, edimlerini 30 gün boyunca askıya alabilecekleri hükmü varken, mücbir sebepten etkilenen tarafın tek taraflı bir bildirimle edimlerini 30 günden uzun bir süre ya da belirsiz bir süreliğine askıya aldığını bildirmesi, bildirilen süre dürüstlük kuralına aykırı olmasa dahi, sözleşmesel ilişki açısından sorun çıkarabilir. Bu nedenle, sözleşme yapılırken belirlenen bekleme süresinin, mücbir sebep ortaya çıktıktan sonra yeterli olmadığı kanaatine varılırsa karşı taraf ile müzakere ederek gerekirse bu sürenin uzatılması daha sağlıklı olacaktır.
Bununla beraber, sözleşmede herhangi bir bekleme süresinin belirlenmediği bir durumda dahi, tarafların geçici ifa imkansızlığı devam ettiği süre boyunca sözleşmeyi makul bir süre için askıya aldıkları kabul edilmektedir. Ancak ifa imkansızlığı sebebiyle sözleşmenin ifa edilmediği dönemin, akde tahammül süresini aşması halinde, dürüstlük kuralı gereğince taraflardan her birinin sözleşmeyi mücbir sebebe dayanarak sonlandırabileceğinin kabulü gerekmektedir.
TBK’nın 136. maddesi gereğince, borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle borcun ifasının sürekli olarak imkansızlaşması durumunda borcun başka herhangi bir işleme gerek kalmaksızın sona ereceği düzenlenmiştir. Ancak, önceki sorularda belirttiğimiz üzere, söz konusu hüküm emredici nitelikte olmadığından taraflar arasında mücbir sebep halinde sözleşmenin hangi koşul ve usullerle sona erdirileceği düzenlenmişse bunlara uyulması gerekmektedir. Örneğin, borçlunun mücbir sebebin ortaya çıktığını usulüne uygun bir şekilde karşı tarafa bildirmesinin ardından 30 günlük bir bekleme süresinin olacağı ve bu sürenin sonunda mücbir sebep hali devam ediyorsa sözleşmenin kendiliğinden ya da taraflardan birinin fesih beyanıyla sona ereceği kararlaştırılmış olabilir. Böyle bir durumda, tarafların, mücbir sebebe dayanarak sözleşmeyi sona erdirirken sözleşmedeki buna ilişkin hükümleri dikkate almaları gerekmektedir.
Ayrıca edimin ifasının geçici olarak imkansızlaştığının kabulü halinde, sözleşmede aksine bir belirleme yapılmamışsa 4. soruda açıkladığımız üzere akde tahammül süresinin beklenmesinden sonra artık söz konusu durumun sürekli ifa imkansızlığı oluşturduğundan bahisle sözleşmede öngörülen usule uygun olarak sözleşme sona erdirilebilecektir.
Evet, mücbir sebebin sonucu olarak ortaya çıkan ifa imkansızlığı ile aşırı ifa güçlüğü arasındaki sınır bazı hallerde silikleşmekle birlikte, aslen bunlar birbirini dışlayan kavramlardır.
Mücbir sebep, borcun geçici veya sürekli olarak imkânsızlığına yol açarken, aşırı ifa güçlüğü halinde edimin ifası oldukça güç olsa da halen mümkündür. Bu kapsamda, taraflardan birinin sözleşme uyarınca edimini ifa etmesini imkansız hale getirecek ağırlıkta olmamakla birlikte, edimler arasındaki dengenin bu tarafın aleyhine, yüklendiği edimin ifasının dürüstlük kuralları çerçevesinde kendisinden beklenemeyeceği derecede bozulması sebebiyle TBK’nın 138. maddesinde düzenlenen aşırı ifa güçlüğüne ilişkin hükümler uygulanabilecektir.
COVID-19 salgını, yukarıda açıklanan şartlar uyarınca TBK’nın 138. maddesi çerçevesinde aşırı ifa güçlüğüne sebep olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasını isteme veya uyarlamanın mümkün olmadığı halde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.
Borçlar hukukun en temel kurallarından biri olan genus non perit (nevi telef olmaz) ilkesi gereğince para ödeme borçlarının imkansızlaşamayacağı kabul edilmektedir. Yani kural olarak, belirli bir paranın ödenmesine ilişkin borçlar için mücbir sebep ve dolayısıyla ifanın imkansızlığı savunması kabul edilmeyecektir. Ancak belirli bir tutardaki paranın ödenmesine ilişkin edimler için, şartlarının gerçekleşmesi halinde, TBK’nın 138. maddesinde düzenlenen aşırı ifa güçlüğü savunması gündeme gelebilecektir. Zira kredi sözleşmelerinde, genellikle belirli vadelere yayılmış olarak borcunu ifa etmekte olan borçlu, ekonomik şartlar çerçevesinde risk analizi yaparak kredi sözleşmesine taraf olmaktadır. Öngördüğü şartlar altında borcunu ödeyebileceğini düşünen borçlunun COVID-19 gibi küresel bir salgın hastalık sebebiyle sözleşmeye girmesine dayanak oluşturan tüm öngörüleri boşa çıkabilir.
Her ne kadar teorik olarak yukarıda açıkladığımız şekilde kredi sözleşmeleri için de aşırı ifa güçlüğü ileri sürülebilecek olsa da, ülkemizin daha önce yaşadığı benzer büyük ekonomik krizlerde dahi Yargıtay, tarafların tacir olması ve bu durumu daha önceden öngörmeleri gerektiğinden yola çıkarak, tacirler arasındaki kredi sözleşmelerinde uyarlama taleplerini reddetmiştir. Öte yandan, tüm dünya ekonomisini etkileyen COVID-19’dan kaynaklanan uyarlama talepleri için Yargıtay’ın farklı bir yorum getirip getirmeyeceği ile ilgili şu an için net bir yorum yapmak mümkün değildir. Bunlara ek olarak, Cumhurbaşkanlığınca ilan edilen finansal önlem paketleri takip edilmelidir.
COVID-19 kapsamında sıklıkla gündeme gelen konulardan birisi de işyeri kiralarında kiracıların kira bedellerini ödemede yaşadıkları güçlük olarak karşımıza çıkmaktadır. 25 Mart 2020’de Meclis’te kabul edilen 7226 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi uyarınca 01.03.2020 ile 30.06.2020 tarihleri arasında iş yeri kira bedellerinin ödenmemesi sebebiyle kira sözleşmelerinin feshedilemeyeceği ve kiracının tahliye edilemeyeceği düzenlenmiştir. Özellikle iş yeri kiraları için getirilen bu hükmün bir benzerinin konut kiraları için de getirilebileceğini düşünmekteyiz. Konut kiraları için bir düzenleme gelmemesi durumunda, TBK hükümleri uyarınca uyarlama talepleri veya kira bedellerinde indirim talepleri gündeme gelebilecektir.
Bununla beraber, tarafların bundan sonra yapacakları sözleşmelere uyarlama kayıtları getirmeleri ve hastalığın öngörülemeyen etkilerinin ortaya çıkması veya çok uzun süre devam etmesi halinde sözleşmedeki edimlerin hangi esaslara göre uyarlanacağını düzenlemeleri mümkündür. Tarafların sözleşmelerinde uyarlama kaydına yer vermesi halinde, sonradan uyarlamaya ilişkin herhangi bir uyuşmazlık çıkarsa mahkeme de uyarlama hakkındaki kararını sözleşme hükümlerine göre tesis edecektir. Bu nedenle, belirsizliğin hakim olduğu şu günlerde, tarafların en azından, hastalığın sözleşmedeki edimlere etkisinin ne kadar süreceğini öngörerek edimler üzerinde anlaştıklarını belirtmeleri, bu sürenin aşılması halinde yeniden müzakere şartlarının neler olacağını düzenlemelerini tavsiye etmekteyiz.